Yepyeni bir hayat doğar
Arkadaşım, yaşamındaki bütün yenilgilere inat bir coşkuyla haykırdığında telefonda;
"Biliyor musun Gökçer, şu hayatta 1 Mayıs kadar beni heyecanlandıran bir gün yok" diye, aklıma o coşkuyu nasıl ve nerede bıraktığımı düşündüğüm zaman geldi.
Düşündüğüm zaman çünkü daha o gün, daha bir gün önce gittiğim 1 Mayıs alanındaki coşkuyu bir daha yaşayamayacağımı biliyordum.
Tıpkı, Newroz gibi.
Tıpkı, doğumgünleri, tıpkı baharlar, tıpkı umutlu Martlar, kızıl Mayıslar gibi.
İlkbaharın önüne dikilen acılar, hele ki o acılar, büyük ve kırmızı bir devrim umudundan kaynaklı değilse, içinizdeki gelincik coşkusunu da alıp götürüyor işte.
2005'in Mayıs ayının ikisinde, kardeşim, o çok sevilen polisiyelere inat bir gerçeklikle erken giden şanslıların arasına karışıverdi. İskambil kule yıkıldı, acı algıları dönüştü, gerçeğe uyanılan rüyanın kapısı açıldı.
Tıpkı bir 22 Mart gecesi, bir boşluğun içine kendini bırakıverirken büyük bir boşluğu armağan bırakan, sonradan bir başka kardeşim olduğunu anladığım, o küçük çocuk gibi.
31 Mayıs 2013
Yepyeni bir hayat doğar
Arkadaşım, yaşamındaki bütün yenilgilere inat bir coşkuyla haykırdığında telefonda;
"Biliyor musun Gökçer, şu hayatta 1 Mayıs kadar beni heyecanlandıran bir gün yok" diye, aklıma o coşkuyu nasıl ve nerede bıraktığımı düşündüğüm zaman geldi.
Düşündüğüm zaman çünkü daha o gün, daha bir gün önce gittiğim 1 Mayıs alanındaki coşkuyu bir daha yaşayamayacağımı biliyordum.
Tıpkı, Newroz gibi.
Tıpkı, doğumgünleri, tıpkı baharlar, tıpkı umutlu Martlar, kızıl Mayıslar gibi.
İlkbaharın önüne dikilen acılar, hele ki o acılar, büyük ve kırmızı bir devrim umudundan kaynaklı değilse, içinizdeki gelincik coşkusunu da alıp götürüyor işte.
2005'in Mayıs ayının ikisinde, kardeşim, o çok sevilen polisiyelere inat bir gerçeklikle erken giden şanslıların arasına karışıverdi. İskambil kule yıkıldı, acı algıları dönüştü, gerçeğe uyanılan rüyanın kapısı açıldı.
Tıpkı bir 22 Mart gecesi, bir boşluğun içine kendini bırakıverirken büyük bir boşluğu armağan bırakan, sonradan bir başka kardeşim olduğunu anladığım, o küçük çocuk gibi.
1 Mayıs, 2 Mayıs'ın, 21 Mart, 22 Mart'ın habercisiydi artık.
"Saçmalama, ne ilgisi var" diyen birkaç teselli ifadesiyle, coşkuyu kalbinde duyarmış gibi yapmalar sürse de bir yandan, eskisi gibi olmuyordu işte.
Sanki o büyük devrimin şanlı savaşında yenilmiş, yoldaşlarını kaybetmiş, kurşunsuz, silahsız bir açık alanda kalıvermiştik.
Büyük ve umutlu cümlelerin güzelliğinin ve yalancılığının farkındayım şimdi elbette.
Tıpkı, bir hikaye bitip de üzerine düşünmeye başladığın o an yaşamının o hikayeyle devam edeceğinin farkında olduğum gibi.
Ve bu hikayeleri dinlemenin yaşamaktan çok daha eğlenceli olduğunu bilecek kadar, farkındayım.
Kızıl bir gelincik, hala mutlu ve güzel yarınlara inanmama yetiyor bazen.
Bağır bağır bir slogan gelmese de boğazıma eskisi gibi, 1 Mayıs pankartını hazırlayan çocukların tazeliği ile birkaç sabah uyanırken tazelenebiliyor insan.
3 Mayıs'larda 1 Mayıs coşkusunu biraz da olsa yaşayabiliyor, 23 Mart'larda biraz daha umutlu bir soluk da alabiliyorsun aslında.
Ama yine de şimdi kardeşlerinle olmak var ya alanlarda...
Bir mayıs rüzgarında, 1 Mayıs'ta, pankarttan küçük bir kalabalığın arasında olsak da, orada olup da haykırabilmek.
Biber gazıyla, limonla, yanık boğazımızı ısıtan o çaylarla, devrim olmayacaksa da o güzel insanların coşkusunun dünyaya güzellik kattığının inancıyla.
Yaşasın 1 Mayıs..
Newroz Piroz Be...
Belki de bir gün;
Devrimin şanlı yolunda,
yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından,
mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından.
Coşkumuzu bıraksak da diğer yanda, devrimin kırık ve güzel umuduyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder