29 Haziran 2013 Cumartesi



Kimsenin bilmediği Ethem: 3 çocuk, bir defter

GÖKÇER TAHİNCİOĞLU Ankara

Taksim Gezi parkı protestolarında polis kurşunuyla
yaşamını yitiren Ethem Sarısülük, 26 yıllık kısa hayatını yoksulluğa karşı mücadeleyle geçirmiş, erken büyümüş çocuklardan.
Sarısülük'ün Batıkent'teki evindeyiz. Birkaç gazeteci, Ethem'le ilgili konuşmak için buradayız. Ailesini beklerken, karşımızdaki televizyondan ağabeyinin öfkeli sesini duyuyoruz.
"Ethem, örgüt kampında değil, Hakkari'de karakol inşaatında çektirdi o fotoğrafı".
Özür dileyerek yanımıza geliyor annesiyle birlikte birkaç dakika sonra. Mustafa Sarısülük, daha 33 yaşında ama Ethem'in hem diğer kardeşlerinin babası gibi. Yanında, kederi yüzünden okunan annesi Sayfı Sarısülük.



Son sözü direnenler söyler

"Ethem Sarısülük" maskesi takmış, küçük yeğeni biraz uzaktan meraklıca bakıyor. Duvarda, Ethem'in fotoğrafı. Üzerinde "Tarihin en güzel yerinde son sözü hep direnenler söyler" yazıyor. Anne, oğul, kaybettikleri, çocukluğunu yaşama fırsatı bulamamış, hep 26 yaşında kalacak Ethem'i anlatıyorlar. Önce Mustafa Sarısülük anlatıyor kardeşini:
"Ethem en küçüğün bir büyüğü. 5 çocuk. 1'i kız, 4'ü erkek. Kız, Ethem'den 3 yaş büyük ama en büyük acıyı o yaşıyor, en çok o baktı Ethem'e. Çorumluyuz biz. Babam öğretmen. Daha okurken evlenmiş annemle. Ethem, babam öğretmenken doğdu. Urfa Siverek'e çıkmıştı tayini. Babamın yazıları vardı, soruşturma geçirdi. Engin bir bilgiye sahipti, yalnızlaştı. Kayseri'ye atandı, istifa etti. Çorum'a döndük, rahatsızlandı, yalnız yaşamaya başladı. Biz de büyük güçlük içinde birarada yaşıyorduk. Sonra babam burada kaldı, bizi dayım Ankara'ya getirdi. Bir gecekondu yaptık, Ege Mahallesi'nde orada büyüdük hepimiz.

3 kardeş 1 defter

Ethem, Kınık İlköğretim Okulu'na başladı. Annem temizliğe gidiyor, bize bakıyordu. Ben anneme yardımcı oluyordum. O yüzden hep Ethem'e ve bir küçüğü İkrar'a kız kardeşim baktı, Fikrinaz. Oysa kendisi de çocuk. Abidinpaşa Endüstri Meslek Lisesi'ne başladı Ethem. Alışamadı. Oradan Tuzluçayır Lisesi'ne. Yoksulluktan okutamadım. Yoksulduk hep. Ben Hacettepe İktisat'ı kazanmıştım, kayıt parası bulamadığımdan okuyamadım. Bir dönem donduramadım okulumu. Lisedeyken hatta kitap alamazdık. Öğretmen bir keresinde 'ya al, ya gelme' dedi. Kitabı arkadaşım aldı bana. Bir defterim vardı. O defteri, ben, bir yıl sonra Fikrinaz, bir yıl sonra da Ethem kullandı. Tek defteri. Ethem'i okutamadık bu şartlarda. Lise 2'de ayrıldı, çalışmaya başladı.

Hamallık yaptı, Hakkari'ye gitti

İlk bir pizzacıda çalışmaya başladı. Çok çalışkandı. Sonra inşaatlarda çalıştı. Bazen ben işler alıyordum, inşaat işleri, onları birlikte yapıyorduk. Hamallık yaptı sonra. Nakliyeciler onu çağırırdı. Dürüsttü, işini iyi yapıyordu. Kaynakçılık öğrendi. Çok iyi kaynak yapardı. Sonra organize sanayide çalıştı. En son götürü işler yapmaya başladı. Kaynak yapıyordu. Hakkari'ye, karakol inşaatına da öyle gitti. O örgüt kampı dedikleri fotoğraflar oradan işte. Hatta, ben 'oğlum, barış süreci falan ama gitme istersen' dedim. 'Ne yapacaklar bana abi' dedi. Gitti öyle. Çalıştı geldi. Hatta maaşının yarısını da alamadı. Öyle duruyordu patronda.

Çocukluğumuzu yaşayamadık

Biz, çocukluğumuzu yaşayamadık. Ethem de yaşayamadı. Sınıf bilinci vardı Ethem'in. Öfkeliydi, haksızlığa tahammülü yoktu ama öyle lümpen, serseri bir çocuk değil. Sınıf bilinci olan, okuyan, anlamaya çalışan bir çocuktu. Bir kez gözaltına alındı. O da Tuzluçayır Lisesi'ndeyken parasız eğitimle ilgili bir eylemde çıkan olaylardan. Çocuk daha. Başka olayı yok. Biliyorum, çünkü Ethem'i ben yetiştirdim. Ben büyüttüm. Hani diyorlar ya 'örgüt üyesi' diye, ona çok şaşırıyorum. Düşüncelerimi empoze etmedim ama sorduğunda yol gösterdim. Kendisi araştırırdı durmadan. Destek olurdum. O da hep kitaplarımı çalardı. Tahammülü yoktu haksızlığa. Küçüktü mesela, bir akrabamız küfür etmiş, hiç küfür edemezdi, nasıl yapar diye ağlıyordu. Öyleydi Ethem.

Olsa ne olur ki?

Ethem, Alınteri dergisi okuyordu 3-4 aydır. Sadece bu. Ne örgüt üyeliği, ne örgütlülük, ne şu, ne bu. O da legal bir dergi. Ethem'i Sakarya, Konur, Kızılay, Yüksel, herkes tanırdı. Kim dara düşse yanına koşardı. Politik yönü de bu. Ne örgütlerle bağlantısı vardı ne de böyle bir durumu. Hem olsa ne olur. Kafasından mı vurulur öyle olsa bir insan? Hayatına son mu verilir? Bu mudur karşılığı. Hak etti mi denir sonra, yanlış yalan şeylerle. Ben aradım oraların hepsini. Gazeteleri. Benden isteyin, sorun dedim ne istiyorsanız. Zahmet bile etmediler.

O gün ne oldu?

Kızılay'da beraberdik o gün. Ben politik bir insanım ama böyle bir şey görmedim. Bir yanda, ne çatışmayı, ne ne yapılacağını bilmeyen çocuklar, diğer yanda bir garip konumlandırılmış, nişan alarak, eğilerek gaz fişeklerini atan polis. Kitleyi polisten uzak tutmaya da çalıştım. Güvenpark'ın önündeydim. Birkaç dakika önce polis havaya ateş açmıştı. Yeniden silah sesleri duydum. Yeniden havaya ateş açtılar sandım. Öfke patlaması vardı. Yanındaki arkadaşı vurulan, daha bir öfkeyle davranıyordu. Bir şey bilmeyen çocuklar hepsi. Ambulans geldi, birinin bindirildiğini gördüm, iri yarı. Ama Ethem olduğunu bilmiyorum elbette. Yarım saat sonra arkadaşları aradı. Yoğun bakımda olduğunu söylediler. Yanına girdim, girer girmez kurşun yarası olduğunu anladım. Tomografiyi de ben istedim. Anlaşıldı aslında o sırada.

Kapsülü ile vurulmuş

Aslında Ethem, vurulmadan hemen önce, başının arkasından gaz kapsülü ile vurulmuş. Gitmemiş hastaneye. Orada bir sigara içmiş oturup. Hepsi öfkeli elbette. O sırada hatta, arkadaşları anlatıyor, başörtülü, küçük bir lise öğrencisi geçmeye çalışıyor. Ethem, oradan bulduğu bir kalkanla kızı korumuş, geçirmiş karşıya. 5 dakika sonra vuruluyor.

Söz vermişlerdi

Biz aslında söyleyecektik beyin ölümünü. Durmadan hastane aranıyordu. Bakanlıklardan, şuradan buradan. Muazzam bir baskı. Bir yandan 'aile, avukatlar fişini çekmek istiyor' sözleri. Ama bizim kamuoyuna doğruyu söyleme borcumuz vardı. Sonra, ben polise de söyledim. Bir şey çıkmayacak, bırakın biz cenazemizi götürelim diye. O gün yapılmadık kalmadı. Söz vermişlerdi ama gelen insanlara saldırıldı. O sözü bile tutmadılar. Şimdi, durmadan çalan telefonlar. Yalan haberler. Bitmiyor. Bir de serbest bırakıyorlar. Ama sonuna kadar takipçisi olacağız."

Hepsinin babayiğidiydi

Anne Sayfı Sarısülük, içine akıttığı gözyaşlarını gizlemeye çalışarak, oğlunun fotoğraflarını gösterirken anlatıyor:
"Hepsinin babayiğidiydi o. Hasta olurdum, sırtında taşırdı beni. Güçlüydü. Haksızlığa hiç gelemezdi. Bir de kızardı bana. Stent var kalbimde. İçme o sigarayı derdi. 'Sen bırak ben de bırakayım' derdim ben de ona. Çocukluğu olmadı benim oğlumun. Hep çalıştı. Hep didindi. Nasıl anlatayım ki Ethem'i. Her şeyin içinde anısı var. Arkadaşıydım, babalarıydım ben çocuklarımın, sadece anne değil. Yüküm ağırdı. Yemeğimiz bile olmazdı. Su ile beslerdim çocuklarımı. Katil aldı çocuğumu elimden, adalet olsa belki içim soğur biraz ya baktıkça üzülüyorum olanlara."

Hastanedeki kız

Peki bir sevdiği yok muydu Ethem'in diye soruyoruz ağabeyine ve annesine: "Hiç fırsatı olmadı ki, olmadı" diyorlar. Annesi, "Bana hep önce küçük evlendireceğim, ben seninle kalacağım derdi" diye anlatıyor. Araya yeniden giriyor ağabeyi:
"Hastanede yalnız, eşim görmüş, bir kız gelip bekliyormuş, sevdiğiyim diye. Bilmiyorum artık. Ama söylerdi bize herhalde."
Odasında kendi çizdiği resimler, kitaplar. Küçücük bir oda. O odada kalmış umutlar, şakalar, acılar. Kalabalık dağıldığında acıyla daha net yüzleşeceğini bilen, gözlerindeki ışıltı sönmeye yüz tutmuş bir aile. Ethem'in evinden ayrılıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder