24 Kasım 2014 Pazartesi


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Cizlavet ve kirli çizme

Konya dediğin bir geniş düzlük, gecesi kuzeyin esintisi, gündüzü güneyin sıcağı.
Kışın biraz kar kapladı mı, bir bilinmezin ortası.
Denize uzaklıktır yazgısı, ormana küslük, kendi yağında kavrulmaktır, doymak ve doyurmak.
Akşam indiğinde Anadolu'nun tam orta yerine, kentin bütün çiftleri, bütün yalnızları, bütün yalnız kalamayanları evlerine doluşur.
Dünyanın en yasak hissettiren kentinin caddeleri, bir kentin caddelerinde en özgür ne kadar hissedecekseniz, o kadar boştur.
Usanıp da alabildiğine uzanan düzlüklerden vurduğunuzda dağlara, başdöndürücü yollardan saatler boyu kıvrıla kıvrıla Hadim'i görürsünüz önce.
Sarı sıcak Konya'nın, en yüksek tepelerindeki en kırmızı kirazları.
Nereye baksan dağ ve yeşille kaplı, unutulmuş insanları.
Sonrası Taşkent, anımsayın, onun adını duymuştunuz, Başbakan çıkartmıştı.
Ve sonra, hava kararmamışsa ve gözünüz hala yol gitmeyi kesiyorsa, Ermenek.
Yol kenarlarında o saatlerde hala insan varsa, beldelere ve köylere, yani yaşayanların dışında kimsenin gitmediği o yerlere gidiyorsanız, madencileri ve ailelerini de göreceksiniz.
Şimdi biraz daha giderseniz, ağıtlar duyacaksınız.
Ve biraz daha orada kalırsanız, yoksulluğu anlayacaksınız.

17 Kasım 2014 Pazartesi


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Dersim dört dağ içinde

Küçük kızlar korkuyordu.
Nasıl korkmasınlar ki; daha dün köylerinde anne ve babalarının yanında, kardeşlerinin arasındayken, şimdi Elazığ'ın bir karanlığında tanımadıkları kız çocuklarıyla yalnızdılar.
Jandarmalar köye gelmiş, evli olmayan, anne ve babasını yanında görmedikleri bütün kızları toplayıp getirmişlerdi.
Saçlarını bitlenir diye kesmişlerdi.
Geldikleri dakikadan itibaren Bölge Yatılı Okulu'nun bütün işlerini yapmaya başlamışlar, tepenin ardından su taşımışlar, buz kesen koridorları silmişler, yatakhaneleri hazırlamışlar, mutfağı toplamışlardı.
Başka başka kızlar da vardı.
Onlar "yabancılar" gibi konuşuyorlardı.
Bir sene sonra artık durum farklıydı.
Türkçe konuşabiliyorlardı.
O yıl, okula yeni bir müdür gelmişti; Sıdıka Avar.
Geldiği dakikadan itibaren, okulda dayağı yasaklamış, ağır iş yapmalarını engellemişti.
Aynı şeyleri ama dövmeden, şefkatle öğretiyordu, ağır ağır ama tam olarak.
Bir süre sonra at sırtında köylere gitmeye başladı.
Jandarmanın gidip kızları zorla almasını istemiyordu.
Bunun devlete karşı nefret uyandıracağını söylüyordu.
Gidip kimsesiz kızları ya da izin alabildiklerini getiriyordu.
Gelenler kendilerinden çok farklı değildi ama daha az korkuyorlardı.