22 Ekim 2013 Salı


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU
yuzlesme@milliyet.com.tr

Uyan Berkin, baban geldi

Uyan Berkin, baban burada, bak yine geldi.
Hani o vurulduğunda, kaldırıma çöktüğün ilk anda, “Babama söylemeyin, üzülür, hastaneye bile götürmeyin, iyiyim” diye haykırmana neden olan adam.
Kara gözlü, kara kaşlı çocuk.
Sen uyurken, koca bir yaz, iki bayram geçti.
Okullar açıldı, sonbahar geldi.



Gültepe’nin kara gözlü çocuğu

Vurulduktan sonra çocuk diliyle “önce o başlattı” dediler ama hikaye daha uzun, daha öncelerden başlıyor aslında.
Birilerinin başlattığı bir oyunun çaresizce oynayan ama umutlu çocuklarıyız eninde sonunda.
İstanbul Gültepe'de doğdu Berkin Elvan.
Hani o günlerdir uyuduğunu duyduğunuz o çocuk, Tokat'tan gelip İstanbul'a yerleşen bir ailenin üçüncü çocuğu.
İki ablası vardı, sonradan iki koluna isimlerini yazdıracak kadar seveceği. Canından çok sevdiği annesi.
Öyle 14 yaş denildiğinde bazen bir şeymiş gibi duruyor da hepi topu 1999'da doğdu. Kışın uyandı bir yaz sabahı uykuya daldığı dünyaya.
Uyumayı sevmiyordu, sadece babasının dizinde, üstelik boyu babasının bacaklarını aştığında bile.
Mühendis mi olur, doktor mu diyorlardı ama aklı denizlerdeydi, kara gözleriyle uzak denizlere bakmaktı niyeti. Olmadı futbolcu olmak Galatasaray’da.

Hırsız olsam

Okmeydanı'nda Fuat Soylu İlköğretim Okulu'na verdiler okul yaşı geldiğinde, aklı sokaklardaydı ama öyle güzel ders dinliyordu ki hem öğretmenleri çok seviyordu Berkin'i, hem de sınavlardan yüksek alıyordu sürekli.
Paylaşmadan duramıyordu. Ablalarının kumbaralarını "patlatıp", ihtiyacı olan arkadaşlarına kıyafet ve yemek almak en büyük mutluluğuydu. Sırf elindekinden fazlasını paylaşabilmek için, okula ilk başladığında öğretmenine "hırsız olacağım" demişti. Delikanlılığa doğru adım attığında bile aile içinde sürekli gülüştüler o saf niyetine.

Şila da gitti

Köpekler en yakın dostlarıydı. Bir köpek aldı evin bahçesine, komşular bıkana kadar baktı. Belediyeye verirken çok ağlamıştı ki “Şila”yla tanıştı.
Parkta yaşayan, Berkin’i görünce deli gibi koşuşturan, yemeğini O’nun elinden yiyen Şila, kayıplarda şimdi. Berkin, uykuya daldığından beri, parkta arayan kimse bulamıyor o yalnız köpeği.

Herkesin eşyaları

Küçücük kalbiyle sevdalandı.
Ablalarına okuldaki o kızı anlatmaya başladı, bir de arkadaşı gibi bildiği öğretmenine. Kız da bakıyordu ama kara gözlerine, utangaçtı.
Sonra sonra öğretmeninden yardım istemeye kadar vardırdı işi. En sonunda tanıştı, okul aşıklarının diliyle, “çıkıyorlardı”.
Kıyafetlerini paylaşıyordu arkadaşlarıyla, evden çıkarken salça sürdüğü ekmeği, cebindeki üç beş lirayı, anılarını, kahkahalarını paylaşıyordu.
O uyuduktan sonra parkasını giyen ablasına mahallenin bütün çocukları; “Bunu ben de giydim” demişti.
Berkin’in eşyaları herkesindi.
Annesiyle ablası, o yaz Galatasaray altyapısına yazdıracaktı. Emindi seçileceğinden. Bir de ablasına, “Beni Denizcilik Lisesi’ne yazdırır mısın?” demişti uyumadan hemen önce “Yazdırmazsan sıvacı olurum” diye gülerek. Hayallerini, büyük bir uyku sonrasına erteledi.

16 Haziran

Sonra Gezi başladı. Bütün mahalle ayaktaydı, bütün İstanbul, bütün devlet.
15 Haziran günü ise bambaşkaydı.
Mahallede atılan gazlardan evlerde bile durulamıyor, Gazi Mahallesi’nden yürüyüş yapanların mahalleye yakın kurduğu barikattaki çatışma sesleri kesilmiyordu. Kimse doğru düzgün uyuyamadı. 16 Haziran’da sabah erkenden, “belki dayıları eve gelir” diye kahvaltı sofrası hazırlanmaya başladı. Ayağı kırık annesi ekmek almaya çıkacaktı ki Berkin atıldı:
“Her yere gaz sıkıyorlar. Şimdi bir şey olur, sen kaçamazsın, ben gidip gelirim.”
Gitti, gelemedi.
Sokağın önünden fırına hemen kıvrılacakken, o yöndeki çatışma seslerini fark etti. Diğer, uzun yoldan bakkalın önüne çıkmayı denedi. Fırının önüne çıkacaktı arkadaşlarına göre, biri “Berkin” diye seslendi. Başını o yöne çevirdiğinde aksi yönden atılan gaz fişeği kafasının arkasına isabet etti.
Elini başına götürdü, fişek, kafasının içine kadar girmişti.
Eliyle çıkartıp yere attı, kaldırıma çöktü. Başına koşuştu mahalleli. Ağlamaya başladı acıdan; “Babama söylemeyin, babam üzülür, hastaneye bile götürmeyin.”
Tuttukları gibi en yakın müdahale edilebilecek yere götürdüler, basit bir pansuman yapıp ambulans çağırabilmek için. Gelemedi ambulans. Market arabasına konulduğunda kendinde değildi kustu, sonra altına kaçırdı farkında olmadan.

Öyle derin uyudu

Hastaneye vardıklarında kalbi atmıyordu. Zorla çalıştırdılar.
Berkin yerine haberini getiren zille 16 Haziran sabahı yaşamı değişen ailesi koştu hastaneye.
Berkin uykudaydı.
Durumunun aslında ne ümitsiz olduğunu aileye 45 gün sonra söylediler.
Berkin’in önceki 45 günden sonra anlaşılmaz bir biçimde direnerek ummadıkları bir aşamaya kadar geldiğini.

İnatçıydı Berkin.
Şimdilerde en yakınlarının “ağlıyor” diye yorumladığı, kasılmalardan olup olmadığı belirsiz gözyaşları akıtıyor zaman zaman.
Ama yüzü eskiden ağladığı gibi oluyor.
Kimi zaman açık avucuna bir parmak konulduğunda sıkıveriyor usulca bilerek yapıp yapmadığı belirsiz.
Ama ellerinin sıcaklığı eskisi gibi.

Uyutulmuyor, uyuyor 127 gündür.
Ne zaman uyanacağı belirsiz bir uykuda direniyor.
5 Ocak’ta 15 olacak.
Kara gözleriyle yine öyle gülerek koşuşacak.
Hastanede 127 günde yaşlananlar da kalbi onlarla atanlar emin.
Berkin, bir sabah mutlaka uyanacak.
Alamadığı o ekmekle, evinin kapısını çalacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder