23 Aralık 2015 Çarşamba


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Kalp kırığı

Başınızı bir başka yöne çevirdiğinizde sadece baktığınız tarafı görüyorsunuz, doğru.
Yıllar sonra o yöne baktığınızda, o dönemde ne gösteriliyorsa onu görme avantajınız da var.
Misal bir çocuğun ölüm haberi geldiğinde bakmanıza gerek yok, yetiyor kulağınıza gelen sesler.
4 çocuklu bir annenin kapısının önünde öldürüldüğünü duyduğunuz da öyle.
"Camlara yaklaşmayın" uyarıları yapılırken, misal perdeyi kapatmak için cama yaklaşınca ölen biri için de değişmez kural.
"Olur böyle şeyler."
Lice, 1993'te tarihinde görülmemiş bir operasyonla yakılıp yıkıldığında, dönemin komutanlarının sözleriyle çıkıyordu manşetler:
"O milisler, ya teslim olacaklar, ya ölecekler."
Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, bir cinayet sonucunda o dönemde öldürüldü.
O dönemde başınızı çevirseniz yakılıp yıkılmış bir ilçe, PKK'lılardan temizlendiği söylenen yıkılmış evler ve çatışmada öldürülmüş bir general vardı.
10 yıl sonra bakarsanız Türkiye'nin AİHM'ye rekor tazminat ödediği bir operasyon ve faili meçhul bir cinayet.
2010'da bakarsanız, JİTEM tarafından öldürülmüş bir general ve aslında PKK'lıların hiç baskın düzenlemediği bir ilçenin yakılıp yıkılması.
Bugün bakarsanız, sahipsiz kalmış bir JİTEM davası.

* * *

YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Tahir Elçi cinayeti skandalları

Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin öldürülmesinin üzerinden iki hafta geçti.
Gizlilik kararı altında yürütülen soruşturma öylesine "gizli" ki mevzuata aykırı biçimde, ifadesi alınan polislerin isimleri bile tutanaklara yazılmıyor.
Sadece sicil numaraları yazılan polislerin ifadelerinden küçük bir bölümü avukatlara veriliyor.
Görüntüleri kare kare analiz eden, ifadeleri didik didik eden avukatlar ise hangi ifadeyi kimin verdiğini öğrenme şansına sahip değil.
Bu konudaki itirazları da sonuç vermiyor.
Adını ister iyi niyetle "tesadüfler zinciri", ister şüpheci biçimde "skandallar zinciri" koyun, cinayet öncesi yaşananlar inanılmaz.
Hele ki Diyarbakır gibi devletin sürekli teyakkuzda olduğu bir kentte bunca "ihmalin" biraraya gelebilmesi ve şu ana kadar bununla ilgili yaptırıma gidilmemesi de anlaşılmaz.
Tahir Elçi cinayetinin hemen ardından, bir gün önce polise saldırı düzenleyen 2 YDG-H'linin bindiği taksiyi polisin durdurduğu, taksidekilerin iki polisi öldürerek basın açıklaması yapılan sokağa girdiği ve burada çıkan çatışmada Elçi'nin öldürüldüğü ortaya çıkan çıplak gerçek.
Avukatların çabası ve alınan ifadeler, o taksinin sadece şüphelenilerek durdurulmadığını, zaten takibe alınmış olduğunu ve Balıkçılarbaşı gibi kentin en yoğun bölgelerinden birine gelene kadar müdahale edilmediğini de açığa çıkarttı.
Emniyet, savcılığa gönderdiği fezlekede, taksinin takibe alındığını ancak trafik yoğunluğundan müdahale edilemediğini açıkça bildiriyordu zaten.
Haftalarca sokağa çıkma yasağının ilan edilebildiği bir kentte trafiğin durdurulup taksiye yoğun güvenlik önlemi altında müdahale edilmemesine ise şu ana kadar yanıt verilmedi.

Saldırıyı önlemekle görevliydi

YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

JİTEM, nakil hukuk ve Tahir Elçi

Öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'nin vaktinin büyük bölümü nasıl geçiyordu biliyor musunuz?
Bir gün Ankara'ya gelip JİTEM davasını takip ediyor, oradan Eskişehir'e gidip oradaki JİTEM davasını izliyor, oradan İzmir'e gidip bir başka davaya giriyor, kalan vaktinde Diyarbakır'da nasılsa kalmış davaları takip ediyordu.
Elçi gibi bir grup yürekli avukat ve sivil toplum örgütü temsilcisi de o kentten o kente, hiçbir güvenlik önlemi de bulunmadan sürükleniyor.
Bunların nedeni bir süredir sistematik uygulanan davaların nakli yöntemi.
O kentin güvenli olmadığı gerekçesiyle davaların nakledilmesi.
Davanın nakledildiği kentlerde yaşanmış olaylara ilişkin davaların ise başka kentlere gönderilmesi.
Ali İsmail Korkmaz davasının Eskişehir yerine Kayseri, Abdullah Cömert davasının Hatay yerine Balıkesir'de görülmesi gibi.
Yargı, 1990'lı yıllarda işlenen suçlara ilişkin davaları zamanaşımı sürelerinin dolmasına günler kala açtı.
Bunun görülebilen iki nedeni vardı.
Birincisi, davaların zamanaşımına girmesi ile şüphelilerinin aklanması arasında tercih kullanılması.
İkincisi, yargının içindeki güç savaşları.
Devlet aklı çalkantılı dönemden sonra devreye girince, davalar önce nakledilmeye sonra da beraatle sonuçlandırılmaya başlandı.
CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nun verdiği kanun teklifi, hukukçuların isyanı elbette duyulmadı.
Bakın yıllar süren emekler sonunda açılabilen davalarda neler yaşandı:


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Tahir Elçi'den sonra

Bu ülkede bu mesleği yapıyorsanız, hangi dönemde olursa olsun öğrenirsiniz hemen klişeleri:
"Müfettiş görevlendirildi", "Operasyon başlatıldı", "Gerekenler yapılıyor" ve "toprağa verildi."
Sokak ortasında katledilmiş, mutlaka bir selam vermişliğiniz olan kişinin cenazesinde bakarsınız çevrenize:
Sıra kimde?
Bu kez Tahir'de.
Tahir Elçi durman koşturdu; bir cenazeden diğerine, bir insan hakları eğitimden boşaltılmış bir köye, bir işkence mağdurunun itibar edilmeyen ifadesinin eksiksiz tutanağa geçmesi için mahkemeye, oradan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne, gözyaşının aktığı her bir göze.
Bir gün sıra geleceği belliydi de onca yıl, 90'lar geçildikten sonra 2015'te...

* * *

YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

"Kestim kara saçlarımı"*

Bazı çocuklar, fırtınanın içinde doğarlar ve savrulmaktan kurtulmak için mücadele etmeleri ölmeleri demektir.
Bazı çocuklar, fırtınaları uzak bir masalda dinleyen yaşıtları gibi korkmaz, gerekirse kara saçlarını da kesebilir.

* * *
YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Göç ve Silvan

Büyük puntolar ve sessizlik.
Ne olup bittiğine dair, dışarıdan bakan herkesi kutuplaştıran, "ya ondan ya bendensin" çizgisinde tutan, insanlığı, hakları, vatandaşlık bağını da dışarıda bırakan o tanıdık dil.
Özel harekatçıların memleketin bir ilçesinin duvarına, "elbette teröristlerden temizlendiğine göre" halkın okuması için spreyle yazdığı, "Kurdun dişine kan değdi" mesajı.
Elbette asla soruşturulması akla dahi gelmeyen o mesajı yazarken ortaya çıkan, bozuk, öğrenilememiş Türkçe'nin anlattıkları.

* * *


YÜZLEŞME/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

Jötem Jitem

Yıllar geçse de üzerinden, bin yıl geçse de manasız yargılamalarla beraatler üzerine beraatler verilse de elinize sinmiş kan kokusu öyle aşırı milliyetçi rüzgarlarla geçmiyor.
Öldürdüğünüz kişiyle ilgili dosya tam kapanmışken bir dönem kolayca tehdit ettiğiniz oğlu-kızı çıkıp hesap soruyor. Bitti diyorsunuz, nereden çıktığını anlamadığınız bir kalabalık "adalet" diye bağırıyor. Onları kimselerin inanmadığı kararlarla bertaraf ettiğinizi sandığınızda torunları çıkıp, artık olmayan sizin itibarınızı sorguluyor.
Ne cüret.
Bazen aslında herkes, sussa da gerçeği bilir.
Bazen "hak etmiş teröristlerdir" susmasına neden, bazen "elini soğutmamaktır."
Ama herkes bilir.
Ama bitmez bakın, öldürmekle de susmakla da bitmez.
İşte orada, Şili'de, Pinochet rejimi tarafından öldürüldüğü gayet bilinen ama "teröristler" denilerek ölümlerine sessiz kalınan insanların hesapları soruluyor eninde sonunda.
İşte daha dün insanlık tarihinin minnetle andığı Neruda.
Ve insanlık tarihinin hiç de kahraman diye anmadığı Pinochet diğer tarafta.
Zira ne adına ve hangi kutsallık nedeniyle yapılıyor olursa olsun, zulmün izleri silinmiyor madalyalarla.